Bir film, daha ilk saniyesinde size psikoloji dersi vermeye kalkışıyorsa, genellikle arkanıza yaslanıp biraz şüpheyle izlemeye başlarsınız. Hele ki bu ders, “çocukluk travmasının beş şekli” gibi ağır bir konu üzerineyse… Yönetmen Pierre Tsigaridis’in yeni korku filmi Traumatika, tam da bu şekilde, neredeyse “ucuz” denebilecek bir başlangıç yapıyor ve ne yazık ki filmin geri kalanı da bu yolda ilerliyor. Niyeti iyi, fikri ilginç ama uygulaması tam bir felaket olan bu film, adından da anlaşılacağı gibi travma yaratıyor; ama ne yazık ki tamamen yanlış sebeplerden.
Mısır’dan Gelen Lanet ve Diğer Yavan Klişeler
Filmin merkezinde, çocukluk travmasının fiziksel bir yansıması olan, Nosferatu benzeri bir iblis, Volpaazu var. Bu iblis, Mısır’dan gelen lanetli bir objeyle serbest kalır. (Evet, 2025 yılında hala “Ortadoğu’dan gelen lanetli obje” klişesi…). Bu obje, alkolik bir baba olan John’un eline geçer ve elbette, tüm uyarılara rağmen objeyi kurcalayarak iblisi serbest bırakır. İblis, babanın bedenini ele geçirerek büyük kızı Abigail’e saldırır ve onu kendi çocuğuna hamile bırakır. Abigail, korkunç bir şekilde bebeği aldıktan sonra, iblis onu bu kez doğmamış çocuğunun yerine geçecek “seçilmiş bir erkek çocuk” bulmaya zorlar.
Bu noktadan sonra film, Mısır’daki bir prolog, 2003’teki ana olaylar ve 2024’te geçen bir final olmak üzere, farklı zaman çizgileri arasında savrulmaya başlar. Hikaye, Abigail’in kaçırdığı küçük Mikey’nin yaşadığı travmaya ve bu travmanın onu yıllar sonra nasıl bir seri katile dönüştürdüğüne odaklanmaya çalışır.
Fikir Harika, Uygulama Felaket: Tematik Kargaşa
Aslında filmin temelindeki fikir çok güçlü: “Kötülük doğuştan mı gelir, yoksa sonradan mı olunur?” ve “Çocukluk travmaları, bir canavar yaratabilir mi?” Bunlar, üzerine konuşulması gereken önemli konular. Ancak Traumatika, bu ağır felsefi yükü, 81 dakikalık kısacık süresine; iblisli korku, slasher (doğrama), psikolojik gerilim ve son perdesindeki tuhaf “medya hicvi” gibi birbiriyle alakasız türleri karıştırarak yüklemeye çalışıyor.
Sonuç ise, ne söylemek istediği belli olmayan, kendi iddialı fikirlerinin altında boğulan, dağınık bir curcuna. Karakterlerin diyalogları o kadar klişe ve “cırtlak” ki, korkmak yerine istemeden gülmeye başlıyorsunuz. Film, istismar döngüsü gibi önemli bir konuyu ele almaya çalışırken, bir anda saçma sapan bir canavar filmine, oradan da true-crime (gerçek suç) takıntısıyla dalga geçen bir hicve dönüşüyor.
Enkazın İçindeki Birkaç Parlak An
Filmin tamamen kötü olduğunu söylemek de haksızlık olur. Arada sırada, özellikle The Exorcist III‘ü andıran, koridorun ucundaki tavanda sürünen bir iblisin göründüğü o statik çekim gibi, gerçekten tüyler ürpertici anlar var. Çocukların travma anlarında sığındığı, rahatsız edici çizgi filmlerin kullanımı da atmosferik olarak ilginç bir tercih. Ancak bu birkaç parlak an, filmi o genel dağınıklıktan, yavanlıktan ve istemeden komik olma halinden kurtarmaya yetmiyor.
Traumatika, önemli bir şey söylemek isteyen ama bunu nasıl yapacağını bir türlü bilemeyen, iyi niyetli ama son tahlilde başarısız bir deneme.
