Korku türünün yaşayan efsanesi Stephen King, bir film önerdiğinde tüm korku severler kulak kesilir. Hele bir de o öneriyi, “sakın yalnız izlemeyin” gibi tüyler ürpertici bir uyarıyla yapıyorsa… İşte King’in, Alien (Yaratık) ve ilk dönem Cronenberg filmleriyle kıyasladığı o modern korku klasiği The Autopsy of Jane Doe (Jane Doe’nun Otopsisi), Cadılar Bayramı sezonu yaklaşırken yeni yayın platformuyla yeniden gündemde ve keşfedilmeyi bekliyor.
Masadaki Gizem: Filmin Konusu
Scary Stories to Tell in the Dark (Karanlıkta Anlatılacak Korku Hikayeleri) ve The Last Voyage of the Demeter (Drakula: Son Yolculuk) gibi filmlerin yetenekli yönetmeni André Øvredal’ın imzasını taşıyan film, son derece basit ama bir o kadar da etkili bir konuya sahip. Bir baba-oğul olan adli tıp uzmanları Tommy (Brian Cox) ve Austin (Emile Hirsch), gizemli bir cinayet mahalinin bodrumunda toprağa gömülü halde bulunan, kimliği belirsiz ve üzerinde hiçbir darp izi olmayan genç bir kadın cesedini (“Jane Doe”) otopsi için morglarına alırlar.
Görevinleri, sabaha kadar bu gizemli ölümün nedenini bulmaktır. Ancak neşter vücuda ilk girdiğinde, bu otopsinin daha önce karşılaştıkları hiçbir şeye benzemediğini anlarlar. Cesedin içinde, dışarıyla hiçbir bağlantısı olmayan, akıl almaz ve giderek doğaüstü bir hal alan ipuçları bulmaya başlarlar. Ve onlar “Jane Doe”nun sırlarını ortaya çıkardıkça, morgun içindeki o klostrofobik atmosferde de tekinsiz olaylar yaşanmaya başlar.
Yavaş Yavaş Artan Dehşet
The Autopsy of Jane Doe‘yu bu kadar başarılı kılan şey, ucuz “jump scare” anlarına bel bağlamaması. Film, ilk yarısında adeta bir polisiye-gerilim gibi ilerliyor. Adli tıbbın o soğuk ve bilimsel süreciyle, cesedin içinden çıkan o mantık dışı, doğaüstü bulguların çarpışması, yavaş yavaş artan, inanılmaz bir gerilim yaratıyor. Seyirci olarak siz de o otopsi masasının başında, “bu nasıl olabilir?” diye kendinizi sorgularken buluyorsunuz.
Ancak “Jane Doe”nun gerçek sırrı ortaya çıkmaya başladığında, film vites artırıyor ve o yavaş yanan gerilim, tam bir kabus yakıtına dönüşüyor. Stephen King’in de dediği gibi, bu, içinize işleyen, rahatsız edici bir korku.
2016’da vizyona girdiğinde büyük bir franchise’ın parçası olmadığı için gözden kaçmış olabilen bu film, aradan geçen yıllara rağmen hala çok iyi dayanan, son yılların en özgün ve en korkutucu yapımlarından biri. Eğer zeki, klostrofobik ve gerçekten geren bir korku filmi arıyorsanız, Kral’a kulak verin. Işıkları kapatın, yanınıza bir arkadaşınızı alın (cidden, yalnız izlemeyin) ve bu otopsiye tanıklık edin.
Film, Türkiye’de dönemsel olarak farklı dijital platformların kütüphanesine eklenebiliyor. İzlemek için kullandığınız platformları kontrol etmenizi öneririz.
