Tarihin ilk açık trans profesyonel buz hokeyi oyuncusu olarak adını spor dünyasına yazdıran Harrison Browne, şimdi de yönetmen koltuğuna oturarak, son yılların en hararetli ve en çok istismar edilen tartışmalarından birinin kalbine iniyor: trans sporcular. Toronto Film Festivali’nde (TIFF) prömiyerini yapan ilk filmi Pink Light, bu karmaşık konuyu, sloganlarla değil, bizzat kendi yaşadığı o derin ve kişisel hikayelerle anlatmaya çalışan, dokunaklı ve cesur bir spor draması.
“Bu Topluluğu Şeytanlaştırmak Çok Kolay”: Filmin Acil Misyonu
Harrison Browne, filminin amacını net bir şekilde ortaya koyuyor: “Trans sporcuları birer insan olarak göstermek çok önemli, çünkü bu topluluğu insanlaştırmanın ve empati için yollar yaratmanın en iyi yolu bu.” Browne, medyadaki ve siyasetteki trans sporcu tartışmasının, “ahlaki bir panik” yaratmak için orantısız bir şekilde büyütüldüğünü savunuyor. “Toplum bu topluluğu şeytanlaştırıyor. Ve kimseyi tanımadığınızda, o terimin arkasına bir yüz koyamadığınızda, o topluluğu bir günah keçisi olarak kullanmak çok kolaydır,” diyen Browne, filminin tam da o “yüzü” sunmayı hedeflediğini belirtiyor.
Bu misyon, onun kendi hayat tecrübesinden doğuyor. Profesyonel olarak hokey oynarken kimliğini açıkladığında, tarihte bir “ilk” olduğunun farkında bile olmadığını, sadece “kendisi gibi hissetmek ve otantik bir hayat yaşamak” için bunu yaptığını söylüyor. Ancak bu adımı, oynadığı ligin (NWHL) profesyonel sporlardaki ilk trans politikalarından birini yaratmasını sağlamış. “Benden sonra gelecek trans ve cinsiyet çeşitliliğine sahip hokey oyuncularının takip edebileceği bir yol haritası olacağını bilmek, benim için büyük bir gurur kaynağı oldu,” diyerek o günlerin önemini vurguluyor.
Pembe Bir Işıktan Doğan Hikâye: Geçmişe Bir Kafa Çarpması
Peki filmin fikri nasıl doğdu? Browne, bu soruyu çok kişisel bir anıyla yanıtlıyor: “Bir gün oturma odamda çay içerken, yatak odamdaki renkli ampullere bakıyordum ve o an pembeye ayarlanmışlardı. O pembe ışıklar, bana üniversite zamanlarımdaki yurt partilerinin o ucuz renkli ışıklarını hatırlattı.”
Bu an, onu o günlerdeki hissiyatına, güvensizliğine ve gelecek korkusuna geri götürmüş. “Gençliğimdeki halimin o ışıklara baktığını hayal ettim ve keşke şu anki halimizi görebilseydi diye diledim… Kendi dairemizde, sevgi dolu bir ilişki içinde, fiziksel geçişini tamamlamış ve o zamanlar bana çok uzak görünen mutlu bir hayat yaşayan halimizi.” İşte Pink Light filmi, o genç “Scotty”ye geleceğe dair o umut dolu anı hediye etme arzusundan doğmuş.
Filmde, eski bir profesyonel hokey oyuncusu olan trans erkek Scott’ın (Harrison Browne), bir maç sırasında kafasına aldığı darbe sonucu, zamanda geriye, 18 yaşındaki, henüz trans kimliğini açıklamadan önceki hali olan “Scotty”ye doğru bir yolculuk yapmasını izliyoruz.
Hokeye Bir Veda Mektubu
Browne, filmin başta sadece gençliğine bir aşk mektubu olduğunu düşündüğünü, ancak yapım sürecinde filmin bambaşka bir anlama daha kavuştuğunu itiraf ediyor: hokeyle olan ilişkisine bir “veda”. “Geçiş sürecim için hokeyden uzaklaştığımdan beri, spora geri dönmenin bir yolunu arıyordum ama nereye ait olduğumu bilemiyordum,” diyen Browne, artık kadın takımlarında oynamak istemediğini, erkek takımlarının soyunma odası ortamından endişe duyduğunu anlatıyor. “Pink Light sayesinde, tamamlanmış hissetmek için hayatımda hokeye ihtiyacım olmadığını keşfettim. Hayatımın o evresi artık bitti. Bu film, onu bırakmam için bana izin verdi.”
Pink Light, sadece bir spor draması değil; aynı zamanda haksız bir dünyada sadece var olmaya ve yaşamaya çalışmanın cesaretini anlatan, kişisel ve bir o kadar da politik bir film. Ve Harrison Browne’ın belirttiği gibi, bu sadece bir başlangıç; hikayenin uzun metrajlı bir versiyonu da yolda.
