İyiler her zaman kazanır, değil mi? Hollywood’un bize on yıllardır anlattığı en temel masal budur. Ama ya her zaman öyle olmuyorsa? Ya bazen, perdede gördüğümüz şey, hayatın kendisi gibi daha acımasız ve daha adaletsizse? Bana psikopat diyebilirsiniz, ama ben her zaman kötü adamın kazandığı o nadir filmleri daha çok sevmişimdir. Çünkü daha gerçek hissettirirler. Bazen bir kahraman, daha zayıf olduğu için değil, kötü adam kazanmayı daha çok hak ettiği için kaybeder.
İşte o rahatsız edici ama bir o kadar da unutulmaz, iyilerin kaybettiği ve kötülerin zafere ulaştığı 8 efsanevi film.
1. Se7en (Yedi)
David Fincher’ın bu başyapıtı, belki de sinema tarihinin en yıkıcı “kötü adam zaferine” sahiptir. John Doe (Kevin Spacey), yedi ölümcül günahı işleyenleri cezalandırma misyonunu, Dedektif Mills’in (Brad Pitt) karısının kesik başını bir kutu içinde göndererek, son günah olan “öfke”yi de Mills’e işletmek suretiyle tamamlar. Doe ölür, evet. Ama planı kusursuz bir şekilde işlemiştir ve geride sadece yıkılmış bir kahraman bırakır.

2. Saw (Testere)
John Kramer (Tobin Bell), kanser hastası bir adam olarak, hayatın değerini bilmeyen insanlara “ders vermek” için ölümcül oyunlar tasarlar. O, kurbanları için bir kurtuluş gücü olduğuna inanır. Filmin sonunda, olay yerinde başından beri “ölü” gibi yatan kişinin John Kramer’ın ta kendisi olduğunu anladığımız o an, sadece onun oyunu kazanması değil, aynı zamanda korku sinemasında on yıl sürecek yeni bir çağın da başlangıcıydı.

3. Fight Club (Dövüş Kulübü)
Yine bir Fincher dehası. Bu filmde kahraman (Edward Norton) ve kötü adam (Brad Pitt’in canlandırdığı Tyler Durden) aynı bedeni paylaşır. Durum böyle olunca, biri kaybettiğinde diğeri de kaybeder. Filmin sonunda, kahramanımız Tyler’ı beyninden vurarak “öldürse” de, Tyler’ın o büyük anarşist planı, yani “Sıfır Projesi” çoktan devreye girmiş ve finansal dünyayı yıkan binalar gözlerinin önünde çökmeye başlamıştır. Tyler’ın hayaleti kazanmıştır.

4. Primal Fear (İlk Korku)
Aaron (Edward Norton), filmin sonunda aslında çift kişilikli olmadığını, her şeyi avukatını ve sistemi kandırmak için planladığını itiraf ettiğinde, sinema tarihinin en zeki ve en manipülatif kötü adamlarından birine tanıklık ederiz. Ancak öldürdüğü adamın, kilisedeki küçük erkek çocuklarına cinsel istismarda bulunan bir piskopos olduğu düşünüldüğünde, onun kanundan kaçarak kazanması, bir nevi “ilahi adalet” gibi hissettirir.

5. The Dark Knight (Kara Şövalye)
Joker’in (Heath Ledger) amacı para veya güç değildir; onun tek bir misyonu vardır: medeniyetin ne kadar ince bir iplikten ibaret olduğunu ve her şeyin kaosa sürüklenebileceğini kanıtlamak. Ve filmin sonunda bunu başarır. Batman’i karanlığa çekemese de, Gotham’ın “Beyaz Şövalyesi” Harvey Dent’i yozlaştırarak Two-Face’e dönüştürür. Joker, bedenen kaybetmiş ama felsefi olarak savaşı kazanmıştır.

6. No Country for Old Men (İhtiyarlara Yer Yok)
Anton Chigurh (Javier Bardem), bir insan değil, adeta bir doğa gücüdür. O, kendini kaderin bir ajanı olarak görür ve kurbanlarının yaşayıp öleceğine bir yazı-tura ile karar verir. Film boyunca peşindeki herkesi öldürür, parayı alır ve bir trafik kazası geçirse bile, yaralı bir şekilde olay yerinden uzaklaşır. Karşısına çıkan hiçbir “iyi”, onu durduramaz. Bu, kötülüğün bazen ne kadar rastgele ve ne kadar durdurulamaz olabileceğinin en soğukkanlı tasviridir.

7. The Usual Suspects (Olağan Şüpheliler)
Sinema tarihinin en efsanevi finaline sahip bu filmde, baştan sona dinlediğimiz o sakar ve korkak tanık Verbal Kint’in (Kevin Spacey), aslında efsanevi ve acımasız suç dehası Keyser Söze’nin ta kendisi olduğunu öğreniriz. O, polisi ustaca manipüle etmiş, onlara istediği hikayeyi anlatmış ve intikamını aldıktan sonra, arkasında şaşkın bir dedektif bırakarak topallaya topallaya özgürlüğüne yürümüştür. Bu, zekanın kaba kuvvete karşı mutlak zaferidir.

8. Oldboy (İhtiyar Delikanlı)
Belki de bu listedeki en acımasız ve en çok “keşke kazanmasaydı” dedirten zafer. Lee Woo-jin’in (Yoo Ji-tae), 15 yıl boyunca bir odaya hapsettiği Oh Dae-su’dan (Choi Min-sik) aldığı intikam, o kadar kusursuz ve o kadar yıkıcıdır ki, geride kazananın bile olmadığı bir enkaz bırakır. Bu, kötülüğün bazen nasıl galip geldiğinin ve gerçekliğin her şeyi nasıl ezip geçtiğinin en sert hatırlatıcısıdır.

