Keanu Reeves denince aklımıza, 90’ların sonunu ve 2000’lerin başını tanımlayan o ikonik rol gelir: Siyah trençkotuyla dijital bir dünyada uyanan hacker, Neo. The Matrix, bir neslin bilim kurgu anlayışını kökünden değiştirdi. Peki ya size, Keanu Reeves’in Matrix’ten dört yıl önce, yine bir siberpunk dünyasında, beyninde veri taşıyan bir başka hacker’ı canlandırdığını söylesek? Üstelik bu filmin, günümüz dünyasını şaşırtıcı bir isabetle tahmin ettiğini ve The Matrix’in yapımcilarına ilham verdiğini de eklesek?
30. yıl dönümünde, Hollywood’un en ilginç ve en talihsiz fiyaskolarından biri olan Johnny Mnemonic‘in unutulmuş hikayesine dalıyoruz.
2021 Yılında Bir Veri Kuryesi: Filmin “Kehanetleri”
Siberpunk türünün babası sayılan yazar William Gibson’ın kısa öyküsünden uyarlanan film, (tesadüfe bakın ki) 2021 yılında geçiyor. Bu gelecekte, insanlık internet üzerinden yaşıyor ve bu durumun tehlikeli bir yan etkisi var: Aşırı ekran süresi, “sinir zayıflaması sendromu” adında bir hastalığa neden oluyor. Johnny (Keanu Reeves) ise, beynindeki bir implant sayesinde veri taşıyarak hayatını kazanan bir kuryedir. Son işinde beynine, eğer birkaç gün içinde boşaltmazsa onu öldürecek kadar devasa bir veri yüklenir. İşin kötüsü, bu verinin içinde, mega şirketlerin kâr hırsıyla sakladığı o meşhur hastalığın tedavisi vardır ve hem Yakuza hem de Dolph Lundgren’in canlandırdığı bir suikastçı peşindedir.
Filmin kehanetleri tüyler ürpertici:
Sanal Salgın: Filmdeki “sinir zayıflaması sendromu”nun bir salgın gibi ele alınması ve insanların Zoom, Discord gibi platformlar üzerinden iletişim kurduğu o gerçek 2021’deki COVID-19 pandemisiyle olan ürkütücü benzerliği.
“Google Etkisi”: Filmde, bilgiyi beyinlerinde depolayan insanların kendi hafızalarını kaybetmesi işlenir. Günümüzde ise, aradığımız bilginin kendisini değil, o bilgiye nereden (Google’dan) baktığımızı hatırlama durumuna “Google Etkisi” deniyor.
Bir Yıldızın Yükselişi, Bir Filmin Düşüşü: Stüdyo Müdahalesi
Aslında Johnny Mnemonic, küçük bütçeli, sanatsal bir film olarak planlanmıştı. Ancak filmin çekimleri sırasında, Keanu Reeves’in bir önceki filmi Speed (Hız Tuzağı), beklenmedik bir şekilde patlama yapıp onu bir gecede dünyanın en büyük aksiyon yıldızlarından birine dönüştürdü. Bu ani şöhret, yapımcı stüdyo Sony’nin iştahını kabarttı. Yönetmen Robert Longo ve yazar William Gibson’ın tüm itirazlarına rağmen, stüdyo, sanatsal bir siberpunk filmini, kaba bir kurguyla gişe canavarı bir aksiyon filmine dönüştürmeye çalıştı.
Sonuç tam bir felaketti. Film hem gişede battı hem de eleştirmenler tarafından yerden yere vuruldu. Yönetmen Longo, filmin “olmasını umduğum şeyin sadece yüzde 65’i” olduğunu söyleyerek hayal kırıklığını dile getirdi.
Küllerinden Doğan Miras: Matrix ve Ötesi
Ancak Johnny Mnemonic’in hikayesi burada bitmedi. Film o kadar vizyonerdi ki, Wachowski Kardeşler, The Matrix’i stüdyolara kabul ettirmek için yaptıkları sunumlarda Johnny Mnemonic’ten sahneler kullandılar. Yani, bu “kötü” film, sinema tarihini değiştirecek bir başyapıta ilham vermişti. Keanu Reeves‘in siberpunk dünyasıyla olan bağı ise yıllar sonra Cyberpunk 2077 oyununda canlandırdığı Johnny Silverhand karakteriyle devam etti.
Johnny Mnemonic, stüdyo müdahalesinin bir filmi nasıl mahvedebileceğinin en acı örneklerinden biri olabilir. Ama 30. yılında geriye dönüp baktığımızda, onu sadece Keanu’nun en kötü filmlerinden biri olarak değil, aynı zamanda geleceği gören, talihsiz ama çok önemli bir fiyasko olarak hatırlamak gerekiyor.
