Fransız yönetmen Romain Gavras, modern sinemanın kaos şairidir. 2022’de çektiği Athena’nın o nefes kesen, tek planlık açılış sahnesiyle, seyirciyi toplumsal bir isyanın tam ortasına nasıl atabildiğini kanıtlamıştı. Şimdi, Toronto Film Festivali‘nde prömiyerini yapan ve İngilizce çektiği ilk film olan Sacrifice, bu kaotik enerjiyi Chris Evans ve Anya Taylor-Joy gibi dev yıldızlarla birleştirerek daha da ileri taşıyor. Sonuç ise, tıpkı Athena gibi, görsel olarak hipnotize eden ama alt metninde ne söylemek istediğinden pek de emin olamayan, gürültülü, görkemli ama ne yazık ki biraz boş bir film.
Yanardağın Eteğindeki Elitler: Filmin Konusu
Yunanistan’da izole bir adada, küresel ısınmaya dikkat çekmek için prestijli bir yardım galası düzenlenir. Galanın onur konuğu, kırmızı halıda geçirdiği bir sinir kriziyle kariyeri düşüşe geçen, narsist film yıldızı Mike’tır (Chris Evans). Ancak gece, Joan (Anya Taylor-Joy) liderliğindeki iyi silahlanmış bir grup ekoteröristin galayı basmasıyla kabusa döner. Joan, yakındaki bir yanardağın patlamak üzere olduğunu ve eğer içlerinden birkaç “seçilmiş” kurban (Mike dahil) kendilerini yanardağa atarak bir ritüel gerçekleştirmezse dünyanın sonunun geleceğini iddia eder.
Kaptan Amerika’dan Narsist Yıldıza: Chris Evans’ın Rolü
Bu film, Chris Evans’ın Kaptan Amerika imajını yıkmak için çıktığı yolculuğun en son durağı. Canlandırdığı Mike karakteri, şımarık, yüzeysel ve sürekli kendini düşünen bir yıldız. Evans, bu role o meşhur karizmasını katmayı başarsa da, senaryo karakteri o kadar zayıf yazmış ki, Hollywood yıldızlarıyla dalga geçmeyi hedefleyen espriler bir türlü hedefini bulamıyor, kanatamıyor.
Görsel Şölen, Anlamsal Kargaşa
Gavras, yine Athena’daki yaratıcı ekibiyle (görüntü yönetmeni Matias Boucard ve yapım tasarımcısı Arnaud Roth) çalışmış ve ortaya görsel olarak yine büyüleyici bir iş çıkmış. Soğuk ve minimalist gala mekanlarından, Yunan adasının o vahşi ve görkemli manzaralarına kadar her kare çok stilize. Ancak bu parlak yüzeyin altında, filmin zenginlerle ve onların ikiyüzlü aktivizmiyle dalga geçme çabası, ne yazık ki çok yavan ve tahmin edilebilir kalıyor. Triangle of Sadness (Hüzün Üçgeni) veya The Menu gibi filmlerin keskin hicivinin yanına bile yaklaşamıyor. Gavras, yarattığı kaosun görsel büyüsüne o kadar kapılmış ki, o kaosa bir anlam vermeyi unutmuş gibi.
Ziyan Edilen Yıldızlar ve Hipnotik Final
Filmin en büyük günahlarından biri de, Vincent Cassel, Salma Hayek Pinault ve John Malkovich gibi dev isimleri son derece etkisiz ve kısa rollerde boşa harcaması. Ancak Anya Taylor-Joy, o tutkulu ama naif kült lideri Joan rolünde yine büyüleyici bir performans sergiliyor.
Filmin en ilginç anları ise, finale doğru Gavras’ın diyalogları ve hatta mantığı bir kenara bırakıp, tamamen içgüdüsel ve sürreal bir atmosfere daldığı anlar. Bu sessiz anlarda, Chris Evans’ın kelimeler olmadan, sadece yüzündeki çaresizlikle anlattıkları, filmin o ana kadarki tüm gürültüsünden daha fazla şey söylüyor.
Sacrifice, elinde harika fikirler ve müthiş bir görsel yetenek olan ama bu ikisini bir türlü tatmin edici bir hikayede birleştiremeyen bir yönetmenin filmi. İzlerken hipnotize olduğunuz ama bittiğinde “peki şimdi ne anladık?” diye sorduğunuz, görkemli bir hayal kırıklığı.
Artıları & Eksileri
Artıları (+):
- Romain Gavras’tan nefes kesen, hipnotik bir görsel yönetmenlik.
- Anya Taylor-Joy’un karizmatik ve büyüleyici performansı.
- Filmin diyalogsuz, sürreal finalinin yarattığı etki.
- GENER8ION’ın rahatsız edici ve etkileyici müzikleri.
Eksileri (-):
- Ne anlatmak istediği belli olmayan dağınık ve karışık bir senaryo.
- Zenginlerle dalga geçen yavan ve dişsiz bir hiciv.
- Chris Evans’ın karakterinin yüzeysel yazılmış olması.
- Salma Hayek Pinault ve John Malkovich gibi dev isimlerin boşa harcanması.
