Gareth Evans ismini duyduğunuzda, aklınıza muhtemelen kan, ter, kırılan kemikler ve daha önce hiç görmediğiniz kadar net, uzun ve acımasız dövüş sahneleri gelir. Endonezya’da çektiği The Raid (Baskın) serisiyle aksiyon sinemasına adeta bir adrenalin iğnesi yapan bu Galli yönetmen, uzun bir aranın ardından Hollywood’a geri döndü. Yanına da Tom Hardy gibi fiziksel rollerin ve “mırıltılı” karizmanın ustasını alarak… Prime Video’da yayınlanan yeni filmi Havoc, tam da Evans’tan beklediğimiz gibi nefes kesen bir şiddet balesi sunuyor. Ancak bu kanlı balenin bir ruhu var mı? İşte bütün mesele bu.
Kemik Kıran Bir Koreografi, Zayıf Bir Hikaye
Havoc, bizi isimsiz, kirli ve yozlaşmış bir metropolün kalbine atıyor. Tom Hardy, bir zamanların saygın cinayet masası dedektifi olan ancak şimdilerde yolsuz bir politikacının (Forest Whitaker) maaşlı piyonuna dönüşmüş Patrick Walker rolünde. Bir mafya babasının oğlunun öldürülmesiyle, Walker kendini bir anda hem mafyanın hem de yozlaşmış polislerin hedefinde bulur. Amacı, cinayetin bir numaralı şüphelisi olan ve aynı zamanda patronu olan politikacının oğlunu korumaktır. Bu, onun için bir nevi kefaret yolculuğudur.
Hikaye tanıdık, değil mi? Evans da bunun farkında olacak ki, filmin senaryo kısmıyla pek de vakit kaybetmiyor. Onun asıl derdi, bu basit zemin üzerine inşa edebileceği en vahşi, en kanlı ve en yaratıcı aksiyon sekanslarını seyirciye sunmak. Ve bu konuda kesinlikle başarılı oluyor. Silahların hiç susmadığı, kanın su gibi aktığı ve her dövüşün bir öncekinden daha acımasız olduğu bu film, bir aksiyon hayranının isteyebileceği her şeyi sunuyor.
Mırıltılı Bir Bulldog: Tom Hardy Kendi Sularında
Venom filmlerinin CGI karmaşasında yeteneğini harcadığını düşündüğümüz Tom Hardy’yi, Warrior’dan beri ilk kez bu kadar fiziki ve yırtıcı bir rolde izlemek büyük bir keyif. Walker karakteriyle Hardy, adeta kemiğini kemiren vahşi bir buldog gibi. Az konuşan, bolca döven, her bakışıyla acı ve öfke kusan bu karakter, Hardy’nin o kendine has karizmasıyla perdede devleşiyor. Onun dövüş sahnelerindeki ustalığı ve fiziksel varlığı, filmin en büyük kozu.
Sallanan Kamera ve Kaybolan Duygu
Ancak filmin tökezlediği yer de tam olarak burası. Gareth Evans’ı The Raid serisinde bir usta yapan şey, aksiyonu kristal netliğinde, her bir darbeyi hissettirecek şekilde, adeta bir dans gibi koreografilendirmesiydi. Havoc’ta ise zaman zaman, ne yazık ki Hollywood’un o meşhur “sarsıntılı kamera” (shaky cam) tekniğine başvurduğunu görüyoruz. Bu, onun imzasının aksine bir tercih ve bazı sahnelerde kafa karışıklığı yaratıyor.
Filmin en büyük sorunu ise duygusal bir bağ kurulamaması. Hardy’nin karakteri Walker’ın nasıl iyi bir polisten bu yozlaşmış hale geldiğini asla hissedemiyoruz. Koruduğu politikacının oğlu ise sempati duymamız için yeterince iyi yazılmamış. Hal böyle olunca, perdede yaşanan o inanılmaz katliam, sonuçları olmayan, ruhsuz bir şiddet gösterisine dönüşüyor. Evet, aksiyon nefes kesici ama kimin yaşayıp kimin öleceğini pek de umursamıyorsunuz.
Kısacası Havoc, Gareth Evans’ın bir hikaye anlatıcısı olarak hala kat etmesi gereken bir yol olduğunu, ancak bir aksiyon koreografı ve yönetmeni olarak hala rakipsiz olduğunu kanıtlıyor. Zayıf senaryonun tüm yükünü, o kanlı ve etkileyici aksiyon sahneleri omuzluyor.
Artıları & Eksileri
Artıları (+):
- Gareth Evans’tan nefes kesen, yaratıcı ve acımasız aksiyon yönetmenliği.
- Tom Hardy’nin uzun bir aradan sonra geri döndüğü, karizmatik ve vahşi performansı.
- Türün hayranları için saf ve filtresiz bir şiddet ve adrenalin şöleni.
Eksileri (-):
- Karakter derinliğinin olmaması ve duygusal bağ kurmanın imkansızlığı.
- Zayıf ve klişelerle dolu bir senaryo.
- The Raid filmlerinin aksine, bazı sahnelerde kullanılan ve kafa karıştıran “sarsıntılı kamera” tekniği.
