Polonyalı usta yönetmen Agnieszka Holland, kariyeri boyunca hep zorlu konuların ve baskıcı sistemlere karşı direnen dışlanmışların hikayelerini anlattı. Europa Europa ve In Darkness gibi filmleriyle Oscar’a aday olan, son olarak Green Border (Yeşil Sınır) ile Venedik’te Jüri Özel Ödülü kazanan Holland, bu kez belki de en büyük “dışlanmışı” merceğine alıyor: Franz Kafka. Toronto Film Festivali’nde (TIFF) dünya prömiyerini yapan yeni filmi Franz, alıştığımız biyografi filmlerinden çok farklı; Kafka’nın hayatı ve esrarengiz metinleri gibi parçalı, kaleydoskopik ve derin bir portre sunuyor.
Holland, The Hollywood Reporter’a verdiği röportajda, bu filmin kendisi için ne kadar kişisel olduğunu ve Kafka’nın günümüz dünyası için neden her zamankinden daha önemli olduğunu anlattı.
Turistik Bir Markadan İnsanı Kurtarmak
Holland için bu proje, bir yazarı anlatmaktan çok, onu bir mite dönüşmekten kurtarma çabası. “Kafka bir markaya, hatta bir turistik cazibe merkezine dönüştü ve onun gerçek insanlığı bu imajın arkasında gizlendi,” diyen Holland, filmdeki en büyük amacının, gençliğinde Kafka’yı ilk keşfettiğindeki o taze ve saf hissi yeniden yakalamak olduğunu belirtiyor. Bu nedenle, geleneksel bir biyografi çekmek yerine, Kafka’nın hayatı gibi “parçalı” bir yapı kurmuş; yazarın kurgusal metinlerinden parçaları, mektuplarını ve gerçek yaşam deneyimlerini bir araya getirmiş. “Kafka her zaman yoruma meydan okur. Ne zaman onu yakaladığınızı düşünseniz, elinizden kayıp gider. Filmde bu gizemi korumak önemliydi.”
“Bugünün Gençliği de Aynı Yabancılaşmayı Yaşıyor”
Holland’a göre Kafka’nın dehası, her neslin onu farklı okuyabilmesinde yatıyor. “Kafka’nın eserlerinin varoluşsal boyutu benim için her zaman önemliydi. Hayatımızı yöneten kuralların ne olduğunu cevaplamadan sorar: yasal, politik, felsefi, dini?” Yönetmen, Kafka’nın 1930’larda ve 40’larda öngördüğü “insanlıktan çıkma” (dehumanization) halinin, günümüzde yeniden yükselişe geçtiğini ve bu yüzden yazarın bugün 20-30 yıl öncesine göre çok daha güncel olduğunu düşünüyor.
Peki Kafka, bugünün gençliğiyle neden bu kadar güçlü bir bağ kuruyor? Holland’a göre cevap basit: “Çünkü o, şimdi pek çok gencin hissettiği şeyi ifade ediyor: farklı olma duygusu, doğrudan iletişim kurma mücadelesi, aynı anda hem katı hem de anlaşılmaz olan sistemler (aile, iş, toplum) tarafından yabancılaştırılma hissi.”
Franz’ın Ruhunu Taşıyan Oyuncu: Idan Weiss
Holland, filmde Kafka’yı canlandırması için neredeyse hiç tanınmayan genç bir Alman tiyatro oyuncusu olan Idan Weiss’ı seçmiş. Bu seçimin nedenini ise şöyle açıklıyor: “Sadece fiziksel olarak ya da Yahudi olduğu için değil, duyarlılığı nedeniyle en başından beri onun Franz olduğu açıktı. Tuhaflığı, mizahı, ayrıksılığı… Gerçekten de Kafka’nın ruhunu taşıyor gibiydi.”
Kafka’nın Kehaneti: Neden “Ceza Sömürgesi”?
Film, Kafka‘nın hayatından kesitlerin yanı sıra, onun en rahatsız edici öykülerinden biri olan *”Ceza Sömürgesi”*ni de görselleştiriyor. Holland, bu seçimin nedenini şöyle açıklıyor: “Bu, hem görselleştirmesi en kolay hem de bana göre en kehanet dolu öyküsüydü. Kurumsallaşmış zulmün saçmalığını ortaya koyuyor. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra okurlar, Kafka’nın 20. yüzyılı tanımlayan o soğuk, yasallaştırılmış şiddeti nasıl öngördüğünü fark ettiler. Ne yazık ki, bence şimdi o mantığa bir geri dönüş yaşıyoruz ve o görüntülerin filmde olmasını istedim çünkü haberlerde giderek daha fazla gördüğümüz şeyleri yansıtıyorlar.”
Agnieszka Holland‘ın Franz’ı, sadece bir yazarın hayatını anlatan bir film değil; onun ruhuyla diyalog kurma, onu bir “korunması gereken kırılgan bir erkek kardeş” gibi kucaklama ve gizemini yeni bir nesle aktarma çabası.
