Tarihe mal olmuş, dokunulmaz kabul edilen, “azizelik” mertebesine yükseltilmiş bir figürü sinemada anlatmak, mayın tarlasında yürümek gibidir. Atacağınız her adım, ya yavan bir saygı duruşuna ya da saygısız bir karikatüre dönüşme riski taşır. Makedon yönetmen Teona Strugar Mitevska, Venedik Film Festivali‘nin “Orizzonti” (Ufuklar) bölümünün açılışını yapan yeni filmi Mother ile işte bu mayın tarlasına gözü kapalı dalıyor. Ve bunu yaparken, ne rahat ne de güvenli bir yol seçiyor. Karşımızda, tüm dünyanın tanıdığı o yaşlı, bükülmüş, şefkat dolu ikonu değil; 37 yaşında, hırsla, şüpheyle ve bastırılmış arzularla dolu bir kadını, yani azize olmadan önceki Teresa‘yı buluyoruz. Mother, cesur niyeti ve güçlü performanslarıyla takdiri hak eden, ancak senaryosunun tutarsızlıkları içinde potansiyeline tam olarak ulaşamayan, sarsıcı ve kusurlu bir eser.
Bir Feminist İkonoklastın Gözünden Teresa
Yönetmen Teona Strugar Mitevska, rahat konuların yönetmeni değildir. Önceki filmi God Exists, Her Name Is Petrunija gibi işlerinde, ataerkil ve dini yapıların birey, özellikle de kadın üzerindeki baskısını sorgulayan cüretkar bir sinema dili vardır. Bu yüzden Rahibe Teresa gibi bir figürü seçmesi, en başından beri bir güzelleme yapmayacağının habercisiydi. Film, Teresa’nın inancından çok, onun bir kadın olarak varoluş krizine odaklanıyor. 1948’in Kalküta’sında, kendi tarikatını kurmak için Vatikan’dan umutsuzca bir onay bekleyen, hırslı, inatçı ve kontrolcü bir yönetici olarak görüyoruz onu. Bir sahnede erkek egemen kilise yapısı için söylediği “Her yer erkekler, erkekler ve erkekler…” sözü, filmin feminist okumasının anahtarını sunuyor. Bu, sadece bir inanç hikayesi değil; erkeklerin kurduğu bir dünyada kendi yolunu çizmeye çalışan bir kadının hikayesidir.
İki Kadın, İki Kriz, Tek Bir Ayna
Filmin dramatik motorunu ateşleyen olay, Teresa’nın halefi olarak gördüğü Rahibe Agnieszka’nın (Sylvia Hoeks) hamile olduğunu itiraf etmesidir. Bu itiraf, manastırın duvarları arasında bir atom bombası etkisi yaratır. Agnieszka’nın yaşadığı dünyevi aşk ve onun sonuçları, Teresa’nın kendi bastırdığı, hiç yaşamadığı kadınlığının, anneliğinin ve arzularının bir aynasına dönüşür. Bu noktada iki muhteşem performansla karşılaşıyoruz. Noomi Rapace, Ejderha Dövmeli Kız’daki asi ruhunu bu kez bir rahibenin giysilerinin altına gizleyerek, Teresa’nın o çelik gibi iradesinin ardındaki öfkeyi, kıskançlığı ve kırılganlığı muazzam bir şekilde yansıtıyor.
Ancak filmin asıl kalbi, Hollandalı aktris Sylvia Hoeks oluyor. Blade Runner 2049’daki soğuk android rolünden sonra, burada aşkın ilahi mi yoksa insani mi olduğu sorusuyla kıvranan, masum ama kararlı bir rahibeyi o kadar dokunaklı canlandırıyor ki, onun acısı filmin merkezine oturuyor. Özellikle hamile olduğunu itiraf ettiği sahnede, yönetmenin çerçeveyi Teresa’nın duvağının siyahlığıyla ikiye bölerek sadece Agnieszka’nın yüzüne odaklanması, Hoeks’in tek bir bakışla ne kadar çok şey anlatabildiğinin kanıtı.
Senaryo Tökezlediğinde ve “Hard Rock Hallelujah” Anı
Ne yazık ki, bu muhteşem başlangıç ve güçlü çatışma, filmin ikinci yarısında senaryonun dağınıklığı içinde gücünü yitiriyor. İki kadın arasındaki o derin ve karmaşık ilişki, yerini bazen didaktik hissettiren kürtaj tartışmalarına, bazen de ne anlattığı belirsiz sembolik anlara bırakıyor. Bu anların zirvesi ise, filmin en çok tartışılacak ve en zayıf halkası olan o meşhur sahne: Teresa’nın, arka planda Lordi’nin Eurovision galibi “Hard Rock Hallelujah” şarkısı eşliğinde kendinden geçtiği sürrealist bir kriz anı. Yönetmenin, Teresa’nın içindeki o “punk-rock” isyanını, bastırılmış çığlığını görselleştirme çabası cesur bir deneme. Ancak bu sahne o kadar ani, o kadar temelsiz ve filmin genel dokusuna o kadar yabancı ki, karakterin o noktaya nasıl geldiğini anlayamıyor ve yaratılan o gerçekçi atmosferden tamamen kopuyorsunuz.
Mother, Martin Scorsese’nin The Last Temptation of Christ gibi, dokunulmaz kabul edilen dini figürleri “insanlaştırma” geleneğini takip eden cesur bir film. Kusurlarına rağmen, Mitevska’nın yönetmenlik zanaatı, özellikle görüntü yönetmeni Virginie Saint Martin’in yarattığı o klostrofobik ve kasvetli 1948 Kalküta’sı atmosferi takdire şayan. Film, bir azizenin portresini çizmek yerine, onun üzerinden inanç, fedakarlık, kadınlık ve hırs üzerine zor sorular soruyor. Bu sorulara her zaman ikna edici cevaplar bulamasa da, sorduğu için bile saygıyı hak ediyor. Mother, bir başyapıt olamasa da, Sylvia Hoeks’in unutulmaz performansı ve sorduğu cesur sorularla, Venedik‘in en çok akılda kalacak ve üzerine en çok konuşulacak filmlerinden biri.
